DarK
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

DarK

ForuMDaRK
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Ali Sevinç

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
_GoDFaTHeR_
KuruCu
KuruCu
_GoDFaTHeR_


Mesaj Sayısı : 345
Kayıt tarihi : 23/04/09
Yaş : 34
Nerden : ForumDan

Ali Sevinç Empty
MesajKonu: Ali Sevinç   Ali Sevinç Icon_minitimeC.tesi Nis. 25, 2009 12:14 am

Tûba-1 / Ali Sevinç

ilk seni ne zaman görmüştüm
bilmiyorum,
kaç zemheri geçti üstünden
kaç tel saçım döküldü
şimdi sen yoksun

şimdi ben denizler ortasında kalan
kara parçası kadar yalnızım

kapattım gözlerimi hayata
bıraktım kendimi bir başıma
acılar denizine
ve hiçte geride bıraktıklarımı özlemedim
seni özlediğim kadar tuba...

sen yoktun
yada henüz aynı kenti paylaşmıyorduk
işte o zamanlarda
bir kadın vardı
benim kadınımdı
şimdi sahillerde kadınlarım yok
sen varsın tuba
özlemimsin sen...

bıraktığın gibi herşey
ben yine aynı çocuk
büyümeyi bilmeyen...

senin için şiirler yazdım
sayfalar dolusu
hani bildiğin gibi
biraz asice
biraz uysal
biraz da beceriksiz...

henüz sen yoktun
yada aynı kenti payşlaşmıyorduk daha
işte o zamanlar
hayalimde ki kadın
aslında sendin tuba...

04/03/2000
Ali Sevinç


* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *


Tûba-2 / Ali Sevinç


Tuba
sen
savurdun rüzgara siyah saçlarını
kimseyle paylaşamadığın dertlerini
döktün gökkuşağına
yağmurlara karıştı sıkıntıların
ve yağdı binlerce sevgilinin gönlüne...

günlerden pazardı
şafak ağarıyordu yalnızlıklar ülkesinde
yanı başımız ayrılık kokuyordu
yanımızda yalnızlık...

sen
rüzgarlara savurduğun sarı saçlarınla
yüreğini açtın geleceğe...

aylardan haziran
haziranın onsekizi
sıcacık bir hava
yüreklerde isyan
yanıbaşımızda gözyaşı...

gidişi olup dönüşü olmayan yollara
sapmıştı sevdiklerimiz
ve birer birer ölüme koşmuşlardı
yalın ayak
baş kabak...

sen
yüreğini açmıştın
karşılıksız
vermiştin
sevgini
karlı dağların doruğundaki
eşkıyaya...

eşkıyalar
uyumazlar geceleri
türkü çığırırlar
şafağa değin
sende öğrenmiştin
eşkıyalardan Cemo'yu...

aylardan yaz
vakıt aşkı göstermekte
yürekler kupkuru
sevgi istiyor
can damarlarımız
sen
yerine koyandın
gözlerden akan yaşı...

oy cemo
cemocan
cemocan
uyyy Tûba
neydi seni yakan
seni aldatan neydi...

vakıtlar geçmezdi
yaz sıcaklarında
içinde kıpırdayan özlem
varsa hele
sen
küllenen ateşi
körükleyendin Tûba
dağ başlarında...

bir tutam karanfil
sararmış papatyalar
ve de menekşeler
takardın boynuna
sen acıya geçit vermeyendin
sen yürekten sevendin Tûba...

aylardan kasım
ayazlar daha beklemede
yağmurlar yeni yeni yeşertiyordu otları
sen eşkıyanın kollarında
yüreğin onunla
bedenin onunla
paylaşırken geleceği
saçlarını tarardı eşkıya
nehrin soğuk sularında...

aylardan kasım hala
kasımın onbeşi
ince bir çığlık
vakıt akşam
ayrılık kokuyor etraf
ölümle karışık
sen
terk edilendin Tûba
gözü yaşlı bırakılarak...

aylardan haziran
vakıtlar sıcaklara gebe
yağmur elini ayağını çekmiş
günden geceden
sen
özleyendin Tûba
karşında eşkıyanı gördüğünde
ve sen hala bekleyendin
dağdaki ateşin ocağında tütmesini
ve sen hala
sevendin
küllenmemecesine...

sen
kalbi parmaparça
ince cam gibi
yok olandın
sevgisizlik çemberinde...

oyy cemo
cemocan
cemoooocan
uyyy Tûba
neydi seni yakan
seni aldatan neydi
neydi seni bağlayan...

sen
sendin Tûba
hala aşık
hala özlemli...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://eylenceforum.eniyiforum.net
_GoDFaTHeR_
KuruCu
KuruCu
_GoDFaTHeR_


Mesaj Sayısı : 345
Kayıt tarihi : 23/04/09
Yaş : 34
Nerden : ForumDan

Ali Sevinç Empty
MesajKonu: Geri: Ali Sevinç   Ali Sevinç Icon_minitimeC.tesi Nis. 25, 2009 12:15 am

Yalnızlığı Okuyorum Gözlerinde
Sabahtı,
ilk ışıkların gözleri kamaştırdığı bu soğuk eylül sabahında terk
edilmiş kentin sokaklarında iki kişiydik. Benim bir iki metre önümde
uzun boylu bir gölgeydi yürüyen. Sadece onun hakkında bildiğim gördüğüm
tek şey rüzgara karşı savurduğu sigarasının dumanıydı...

Soğuk,
ellerimde ki siyah eldivenlere rağmen ellerimi üşütebiliyordu. Ona
deseydim “tut ellerimi, üşüyorum” diye şaşırırdı herhalde. Hem o kadar
da cesur değildim ki. O yürüyordu önüm sıra ben onun gölgesine bakına
bakına yürüyordum. Nasıl olduysa artık yan yana yürüyorduk. Soğuk, yeni
başlayan incecik yağmur ve suskun iki beden... bir de ayazlı sabahın
seheri. Aklıma öyle şeyler geliyordu ki ve ben bildiğim bütün
kelimeleri hızla tarayıp ona hitap edeceğim üslubu belirlemekle
meşgulken, soğuğa karışan ince ve kibar bir sesle “gözlerinizden
yalnızlık okunuyor, biraz da çaresizlik” deyiverdi. Ben o şaşkınlıkla
bildiğim bütün kelimeleri unuttum ve hiçbir şey söyleyemeden biraz daha
yürüdük. Sonradan topladım kendimi ve “bunu önceleri gizlemeye
çalışıyordum, herkesi ötesi de kendimi kandırıyor; beceremediğim
zamanlarda kendime kız arkadaşlar buluyor ve hiç istememe rağmen
onlarla oluyordum sırf yalnızlığımı örtbas edebilmek için... ancak
şimdilerde rahatım çünkü karşıma henüz benim diğer yarımım olan parça
çıkmadı ve ben hala arayış içinde , hala yalnızım ” dedim. Acaba çok mu
açık söylemiştim içimden geçenleri. Onun yüzüne dönüp baktım bir an
cesarete gelerek ve hayal kırıklığına uğradım. Sanki beni dinlemiyor
gibiydi. Kafasını kurcalayan bişeye odaklanmış ve canı sıkılıyor
gibiydi. Onun bu halini görmek beni iyice suskunlaştırmıştı, başımı
önüme eğmiş ve konuşmaz olmuştum. Biraz da utanmıştım aslında neden
olduğunu bilmememe rağmen...

Yavaş yavaş hava aydınlanıyor
bir yandan da ısınıyordu. Onu süzmeye başlamıştım kaş altından. “neden
susuyordu acaba ne derdi vardı?” diye soruyordum kendime. Bunca
belirsizliklerle dolu yüzü soluktu, ufaktı. Gözleri o kadar küçüktü ki
sanki yok gibiydi ve uzun saçlarını yalayan rüzgara karşı yürüyorduk.
Güneş ışınları da , rüzgar da , yağmur da sadece onun için vardı
sanki... sanki yaşam sadece o var olduğu için vardı. Ne bileyim belki
de tanrı bile onunla olmak için hep yakınımız da dolanıyordu sanki..
Küçükken
arzu ettiğim şeyleri gizlerdim. Güzel olana ve isterikliğini dışa vuran
her nesneye karşı vurdumduymaz davranmaya çalışırdım. Her şeyi
gizlemeyi ve susmayı tercih ederdim aslında hiç istemememe rağmen. İşte
şimdi de aynı durumdaydım; o karşımdaydı , etkilenmiştim ama
susuyordum. Ve bana kalsa bu suskunluğum sürecekti. Bakışlarını bana
yöneltti ve aynı ince, kibar sesiyle “bende yalnızım aslında ve de
evliyim. Eskiden olsa sana mutlaka karşına biri çıkacak ve o seni
tamamlayacak derdim ama şimdi buna inanmıyorum. Çünkü her insan
yalnızdır ve her kimle olursa olsun bu değişmeyecektir. Çünkü kimse
seni senin gibi tanıyamayacak ve seni tamamlayamayacak. Beraber olduğun
insan seni sınayacak, sana haksızlık edecek, seni aşağılayacak, üzecek
...” bir an sustu, ben gözlerimi yerden kaldırmış onun gözbebeklerine
bakıyordum ve belki de nefes dahi almadan onu dinliyordum. “belki de
terk edecek ve sen yine yalnız kalacaksın, yine yaralanmış, incinmiş ve
haksızlığa uğramış olarak. Sonra kendini toparlayabilirsin elbet ve
hayattan bir şeyler bekleyebilirsin ama asla birine bel bağlamaz ve
onun gelip seni yalnızlığından arındırmasını beklemezsin,
bekleyemezsin. Kendi kendine yetmeye çalışırsın ve açıklarını kendin
kaparsın. Yani önceden kendini yarım görürken ve birinin gelip seni
yamamasını ve bütünlemesini beklerken şimdi kendini bütün görürsün
başka biri olmadan...”

Kendince haklıydı elbet
söylediklerinde. Ve epeyce bir karamsar düşünüyordu. Belli ki bir darbe
almış ve acısını hala unutamamıştı. Ama yine de benden bir adım öndeydi
yaşamışlıkta. Ben hala iz bırakacak bir insan arıyordum o ise o izi
çoktan beri taşıyordu. Sustum, söyleyecek çok şey olmasına rağmen
susmayı tercih ettim. Konuştukça bir yerlerinin acıyacağını,onu
mazisinin kötü köşelerinde dolaştıracağımı anlamıştım. Sustum
çocukluğumdaki gibi çarçabuk...

Güneş iyice yükselmiş ve
yağmur yağmaktan yorulmuştu. Kent normal yaşamına dönmüş ve binlerce
insan tarafından istila olmuştu. Artık ayrılma vakti gelip çatmıştı.
Elini sıkarken titrediğimi fark etmiştim o da bunun farkında idi ama
umarsız davranıyordu. Bende çocukluğumdan tecrübe edinmiş olduğum gibi
davrandım. Ve o güneşe karıştı gitti, tanrı da peşinden...

Ceza
evinin kapısından içeri girdiğimde vakit öğleyi geçmişti. Eski dostumun
gözü yolda kalmış ve beni görür görmez paylamıştı. “İnsan söz verdiği
zaman mutlaka bunun arkasında durmalıymış ve tam saatinde randevusuna
gitmeliymiş.” O bunları söylerken ben –yargılandığımı ve kırıldığımı-
düşünüyordum. Bana geç kalma nedenim sorulmadan geç kalışım hakkında
yorum yaptığı içinde dostuma kızıyordum için için...

Hayat
aynı programı içinde devam ediyordu benim için. İş, ev, eski ve yeni
dostlarla ilişkiler, uzaktan gelen cevaplanması gerekli mektuplar ve
kavga... ama eskisi kadar bunalmıyor ve eskisi kadar fazla kafa
yormuyorum hayat üzerine. Ki o bile şimdilerde beni görse gözlerimden
yalnızlık okuyamaz.

Çünkü ben bir bütünüm artık...

Ali Sevinç
06/05/2000


Yalnızlığı Okuyorum Gözlerinde-2

Yalnızlığı Okudum Gözlerinde
Bu
kent; her geçen gün bizi bizden uzaklaştıran bu kent, bir dilim ekmek
için çalışıp didinen insanların doldurduğu, kirli,gürültülü bu lanet
kent hepimizi esir ediyordu da biz farkında değildik... çocuklarımızın
gözlerinde parıltılı gülücükler yoktu, genç kızların yanaklarında ki
elma rengi kızarıklıktan da eser... mazimize onca güzel şeyi gömüyorduk
ki bilerek veya bilme-ye-rek bunun farkında mıydık acaba ?... şiirler
yazardık sevi üstüne, duvarlara insanca şeyler yazardık eskiden ve de
vapurda, otobüste veya parkın bankı üzerinde otururken elimizde mutlaka
bir kitap veya bir dergi olurdu; cep telefonları değil... yine bu da
mazi denilen mezara gömüleli çok olmuştu... şimdi iletişim araçları
öylesine hızlı gelişmiş ve insanlarla iletişim kurmak öylesine
kolaylaşmıştı ki (güya) bu yüzden annelerimizi bile ayda bir(yada daha
geç) arar olduk... oysa -yine- eskiden mektuplar vardı; rengarenk,
içine gül kurusu konulmuş mektuplar... onlar da mazinin toprakları
altında şimdi...

...O kadın, az konuşup çok şey anlatmasını
bilen seher yıldızı bakışlı kadın... senle konuştuktan sonra "herşey
daha güzel olacak" demiştim ama yanılmışım... bu kentte insan nasıl
mutlu olur bilemiyorum... bazen bir martının ardından uçup gidesim
gelir... bazende yok olasım ebediyen...bu kentte hayat tutarsız
insanlarda öyle... yanılgılarım ağır geliyor kendime pişmanlıklarım diz
boyunu geçti... aynalar da yalancı oldu artık gözlerimdeki parıltıyı
silmiş haberim olmadan...

Yağmur vardı dün gece...ve yüreğimde
karşı konulmaz bir serselilik... çocukların elma şekerine koştuğu gibi
koştum ve sokağa dar attım kendimi... sahilde bir kaç evsiz insan
oturmuş bira içiyordu... selam verdim çöktüm yanlarına..toplumdan
soyutlanmalarının oluşturduğu kin oturmuştu gözbebeklerine...
yadırgadıkları besbelli onlardan olmadığımı düşünüyorlardı... güç bela
onlardan olmam için illa ki evsiz olmam gerekmediğini anlattım
onlara... onları sevdiğimi ve yardımcı olmak istediğimi de
söyledim...aldığım cevap kesin ve netti, "senbize yardım edemezsin"...
içimde bir yerlerin acıdığını hissettim o an... bu insanları nefret
etmeye iten şey neydi?... kendilerinden ve çevrelerindeki herşeyden
fena halde nefret ediyorlardı... üzüldüm, acıdım onlara onların
acımamamı istemesine aldırmadan... ve bütün gece onları düşündüm...
belki de haklıydılar..onlara yardım edemezdim...sadece ben değil hiç
kimse yapamazdı bunu... onları yaşayan ölüye çevirmişti bu kent ve
sadece çalışmayı düşünen robotlar... hiç bir şeye hakları yoktu
onların... çocukken oyuncakları olmamıştı, yeni elbiseleri ve sımsıcak
bir yuvaları olmamıştı... büyüdüklerinde de imkansızlıkları
büyüyordu...hobileri, fobileri,bas gitarları,kitapları, arkadaşları
yoktu... ellerinde olanı yalnızlıkları ve yıllardır itilip
kakılmalarıydı sadece...

Ahmed Arif; "yokluğun cehennemin öbür
adıdır/üşüyorum kapama gözlerini..." derken ne hissetmişti acaba?...
kim dedirtmişti ona böyle bir şeyi?...ve kaçımız bunları diyebilecek
şansa sahibiz acaba?... bunları düşündüm o iki SERSERİnin ardından...

Hepimiz
yanlışlarımızla büyüyoruz... kendimizi, hayattan beklentilerimizi,
toplumun içinde bulunduğumuz mevkii, aşklarımızı, özgürlüğümüzü... ve
bir yandan da içimizde yaşamla aramızda koskoca bir uçurum açan
yalnızlığımızı da büyütüyoruz farkında olmadan... her insan bir yere
kadar yalnızdır ben bilmez miyim?...

gece olmuştu yine...
beraberinde, uykuyu, soğuğu ve birazda ölümün kokusunu getirerek...
yine bir yerde birileri ölmüştü mutlaka, onların yerine de birileri
doğmuştu... yine açlık, yine sefalet, yine nefret mutlaka bir köşede
birilerini avucuna almış ve sıkıyordu...

İşte o leylak kokulu
kadını bulsam, kafamdaki bütün soruların cevaplanacağına ve
belirsizliğin kalkacağına öyle çok inanıyorum ki...hey martılar siz onu
tanır mısınız?... söyleyin nerdedir yalnızlığımın maskecisi...

O bile beni görse artık "gözlerimde yalnızlık okuyamaz" .... mı acaba?...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://eylenceforum.eniyiforum.net
 
Ali Sevinç
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DarK :: Şiirler.-
Buraya geçin: